“İLİM”SİZSİNİZ
Platon, hocası Sokrates’in konuşmalarını yazdığı ‘’Devlet’’ adlı eserinde sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşündüğü devlet modelini anlatır. İdeal devlet yapısında insanları; çalışanlar, askerler ve yöneticiler olarak üç bölüme ayırır. Her sınıfın olması gereken özellikleri sıralanırken ‘’Yönetici’’ kısmı için koyduğu kıstas ‘’Bilgelik’’ tir. 200 yıllık yenilmişliğimize, itilip-kakılmışlığımıza, geri kalmışlığımıza çare olarak ancak bulabildiğimiz merhemin adı olan Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘’Batılılaşma’’ ile asla özdeş olmayan ‘’Muasır Medeniyet’’ seviyesine ulaşma ve hatta onu geçme hedefi işte tam bu ‘’Bilge’’ yöneticiler kısmıyla bence birebir örtüşmektedir. Peki, nasıl olmalıdır bir toplumun ‘’Bilge’’ yöneticilerinin var olması. Oturduğumuz yerden yüz senede bir nasılsa çıkar birileri deyip bekleyerek mi? Yoksa devlet dediğimiz kurumun kuracağı eğitim-öğretim sistemiyle kendi benliğine, kendi topraklarına uygun bir sistem ile bilimin ışığında her evladını bilge olmaya aday insanlar olarak gördüğü, bugünkü gibi ezberci olmayıp, öncelikle ‘’öğrenmeyi öğreten’’ bir yapı ile evlatlarını yetiştirerek mi? İlimi kendine en uzak yer olarak bellediği Çin’de bile arattıran, bu konuya verdiği önemi mesafenin ne kadar uzak da olsa mutlaka gidilip araştırılıp öğrenilmesi gerektiğini belirten bir peygamberin ümmeti olarak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar olarak halimiz nicedir? Avrupa’da % 21 olan kitap okuma oranının, ülkemizde binde bir olması, ilim için Çin’e bile gitmeye gerek kalmamışken ağlanacak bir durum değil midir? Bu eksiklik, bu geri kalmışlık bizleri yöneten Bilge (!) kişilerin kusuru, ayıbı değil midir en öncelikli olarak ? Cumhuriyet kurulduğundan beri Türk halkı çoğalmakla kalmamış aynı zamanda zenginleşmiştir de. Ama bu zenginlik neyin pahasınadır ? Türk halkı, kendisini eğitip kendi zenginliğini kendisinin üretmesini tercih etmek yerine, borç alarak zenginleşmeyi tercih etmiştir. Onun için ona borç verenler, bu borç karşılığında bilgisizliğini de muhafaza etmesini şart koşarak borç vermeye devam etmiştir. Bizler sınırlarımız içinde yaşayan insanlarımıza iyi yaşamanın kapısını bilimden başka hiçbir şeyin açamayacağını öğretmek zorundayız. Anne babalar evlatlarını geleceğin bilge insanları olarak hazırlamak onlara her şeyden önce öğrenmeyi öğretmek zorunda olduklarını, vatanseverliği kuru kuruya lafta değil bu şekil bir yetiştirmeyle olacağını bilmelidirler. Büyük önder Atatürk’ün Büyük Taarruz sonrası çadırını toplarken kitaplarını özellikle unutmamasını tembihlediği ama boş sandık bulamadığı için kitapları toplayamayan askerine cephane dolu sandığı bizzat gidip kendi boşaltarak direk o’na hitaben dediği gibi;
-‘’Al çocuk kitaplarımı bu sandığa koy artık. Savaşımız bunlarladır.’’
Tam da bu mana ile bilinmelidir ki bizi geri kalmışlığımızdan, itilip kakılmışlığımızdan kurtaracak olan bilimle donanmış eğitimli aydın çocuklarımızdır.